bugün

entry'ler (138)

her gün biraz daha artan şeyler

tahammülsüzlük eşiği.

insanı zaman değil tecrübeler büyütür

öğrendiğim için mutlu olduğum yegane şeylerden biri insanların ideolojilerinden, inançlarından çok kişiliklerine bakarak onlara değer vermek oldu. tabi bunun da kendine ait kriterleri oluştu zamanla ve bu kriterler artık benim kanunlarım oldu. örneğin bir arkadaşım sevgilisini aldatıyorsa onu hayatımdan çıkarıp atarım, çünkü her sabah seni seviyorum dediği bir insanı aldatan, arkadaşlarını çıkarları için ip üstende hoplatır. mülkiyetçi insanların gereksiz ben merkezciliği gibi veya çevresindeki insanları tüketmeye alışmış, tüketim toplumunun yegane parçası olan insanlar gibi. kendisi dışındaki herkesi bir eşya, meta gibi görürsün, ancak bağ kurduğun insanlar senin benliğini şekillendirmeye başlar ve zamanla onları koyduğun konuma kendini de koymaya başlarsın. çoğumuzun estetik algısı da bu yüzden ortaya çıkar zaten. eşyalar arasında kendimizi de alınıp satılabilen; kullanım değeri ve tüketim değeri olan ürünler gibi oluruz. bunu bir yandan da tanımadığın insanlarla flörtleşilirkenki samimiyetsizliğe benzetiyorum. bir nevi kim daha mükemmel yarışması gibi. kimin fiyatı daha pahalı, kim daha değerli kıyaslaması. zaten bu tipler ilişkileri bittikten sonra da hangimiz ilişkiye daha çok emek verdi geyiği yapar. yapma gülüm, yapma. sevdiğin için değil de yapmış olmak için yaptığını belli etme bari.

insanı zaman değil tecrübeler büyütür

nedense insanların birbirleriyle kavga ettikleri an çok komiğime gidiyor. içlerinde sakladıkları, biriktirdikleri şeylerin ne kadar temelsiz olduğunu, ne kadar basit olduğunu görmek üzüyor. ama işin içinde gereksiz erkeklik, ego, dikkat çekme gibi şeyler olunca gerçekten komik oluyor insanlar. bütün bunların temellerini oluşturan davranışları incelemek çok hoşuma gidiyor. mesela gereksiz yere yalan söyleyen insanların geçmişlerini tahmin etmeye çalışıyorum hep. toplumda yarattığımız onaylanma dürtüsü mü çok mükemmelliyetçi acaba, yoksa bazı aileler çocuklarına gerçekten rol yapmayı mı dayatıyor; bunun alışkanlığı mı bu? bilmiyorum. ancak bütün bunlara dışarıdan baktığım zaman yüklenen o gereksiz anlamlar o kadar göze çarpıyor ki. kelimelere, vücutlara, kıyafetlere o kadar çok anlam yükleniyor ki; yükleyen için o anlamlar duvar gibi oluyor. kendi hapishanesini böyle böyle kendi yaratıyor insanlar.

insanı zaman değil tecrübeler büyütür

olayların basit olduğunu algılayabilmek çoğu insana destek olmamı sağlıyor aslında. en basiti; hiçbir arkadaşım benim yanımda aşk acısını uzunca çekemez. bastırırım; hiç değilse yaşıyor derim, mesele birlikte olmanız mı yoksa mutlu olmanız mı derim. evet klişeleşen şeyler bunlar ancak klişeler doğru olduğu için klişedir. belki aldığım eğitimlerin, belki de kaybettiklerimin etkisi olsa gerek; gereksiz bir soğuk kanlılığım var. bu yüzden dostlarımın herhangi bir konuya bağlı ilk an tepkilerini çok kolay bastırıp sakinleştiriyorum. şikayetçi olduğum şeylerin hiç değilse dostlarıma faydası olması az da olsa rahatlaştırıcı aslında, tahammül eşiğini yükseltiyor işte.

insanı zaman değil tecrübeler büyütür

elbette her tecrübenin bir de kötü tarafı oluyor. insanlara bakış açısı, ön tanımlama şekliyle alakalı bu. bazen geçmişindeki insanlarla kıyaslıyorsun, basitleştiriyorsun. bazende bunun faydası oluyor; boş, aptalca gelen şeylere tahammülün azalınca bunlarla da fazla uğraşmıyorsun keza. ama en kötü tarafı hissizleşiyorsun. tepki veremiyorsun bir çok şeye; toplumsal uyum denilen bok sayesinde sadece daha iyi rol yapmayı başarabiliyorsun. sonra samimi olabileceğin insanlar aramaya başlıyorsun ancak bu sefer o insanlardan korkuyorsun. daha doğrusu senin içindekileri görünce kötü hissedeceklerini biliyorsun ve zarar vermekten korkup uzaklaşıyorsun. ve yine yalnızlaşıyorsun.

en sinir olduğum şey insanların deneyimlemediği konular hakkında doktora tezi yazmışçasına konuşmasıdır. konuşma yani, veya bilmiyorum de, bu vesileyle yeni bir şey öğrenmiş olursun. egon yeni bir şey öğrenme hevesinden nasıl daha güçlü olabilir. belki de bu yüzden değer verdiğim bi insana anlattığımda kötü hissediyorum. anlatabilmiş olmanın verdiği rahatlama da kısa sürüyor bu yüzden. çünkü hem karşımdaki bunu yaşamadığı için bunun namına mantıklı bir şey söyleyemiyor, hem de kendini kötü hissediyor. bunu nasıl aşarım, nasıl daha sağlıklı bir yöntem bulurum bilmiyorum, ama bulmam lazım. çünkü son 2 senemi sırf bu yüzden tamamen yalnız geçirdim. elbette faydası oldu, her şeyden önce dinlendim, kendimi dinledim. ama bir şeyler paylaşmaya ihtiyacım olduğunu derinden hissediyorum artık. bir şeyleri korkmadan, rahatça anlatabilmeyi özledim sanırım.

insanı zaman değil tecrübeler büyütür

ama hayattaki en acımasız, en pislik şeydir büyümek. bunu ilk önce annemi kaybettiğimde öğrenmiştim. 10 yılı geçti, ama hala taze geliyor. geçse de azalmayan ilk acım bu oldu sanırım. yalnızlığımı tanımlamaya çalışırken kendi eksikliğimi nasıl gideririm, kendi ailemi nasıl kurarım derken bunu kendi güvendiğim insanlarla yapmaya karar verdim. dünyaya benim gibi bakan, benimle aynı kafada olan insanları topladım çevreme. hayatımızı ortaklaştırdık, her şeyden öte yoldaş olduk. senelerce her şeyi birlikte yapıp her şeyi birlikte yaşamaya başlamıştık. içimizden biri aşık olduğu zaman ilk biz bilirdik, üzgün olduğu zaman hep birlikte üzülür, hep birlikte mücadele ederdik. örgütün içinde örgüt gibiydik resmen, bize çok yerelcisiniz derlerdi ancak mesele yerelcilik değildi, hepimiz tek bedendik. şimdi buraya yazarken suratları hala gözümün önüne geliyor. çoğunun fotoğrafı duvarımda. cebo gülümsemesine rağmen ciddi duruyor, polen hep uzaklara bakardı, fotoğrafta bile öyle bakmış. çağdaşın gülümsemesi, yunus emrenin kahkahası çok güzeldi, hala öyle... hep böyle oluyor, birini hatırladığım zaman sırayla hepsi geliyor, farkedip durdurana kadar devam ediyor. sonra kendime müdahale etmeye çalışıyorum. bu sefer anılar bastırıyor, emre aslan'la aramızdaki yazışmaları hatırlıyorum, durmadan aynı şeyleri eleştirip çözüm üretmeye çalışırdım. adana yerelini eleştirirdi hep, diğer hareketler de kötü derdi, bununla bir yandan sitem bir yandan da bahane olarak görürdü kendine. ivana'yı eylem'le eğlencesine dövüşürlerken hatırlıyorum hep, karete çalışırlardı kendilerince, bende aradan girip trollerdim, burnuna kafa atacaksın ne o öyle hareketler derdim. sinanla bizim evde tavla oynardık hep. o zaman bostancıdaydım ben, gülsuyunda veya kartalda buluşmazsak bize gelirdi hep. sonra hep beraber buluşmak için maltepe beş çeşmelere giderdik, bi istisna olmazsa da yol kafeye oturur saatlerce kalkmazdık. bu böyle devam ediyor. acı eşiğim o an ne kadar yüksekse o kadar uzuyor.

hayatta en feci şey biriyle vedalaşamadan hayatınızdan alınmasıdır. soğuk bir el içinize giriyor ve oradan bir şeyleri alıp götürüyor, geriye bir tek anılar kalıyor. hani çok sevdiğiniz bir müzik vardır, sözleri unutursunuz ama melodisi hep aklınızda kalır ya, onun gibi. benim içimde çok müzik birikti, ilk önce en yakın dostlarımı, sonra tanıdıklarımı. hatta bir noktada hayat; böyle acı eşiğin yükselmiş senin dedi ve 32 tanesini aynı anda aldı benden, suruçta.

hep kendime aynı şeyleri söylüyorum; oldu artık yapacak bir şey yok. hem bu işin içinde bu ihtimal var hep. kanlı bir coğrafya sonuçta. tam zihnimi başka bir şeye odaklamaya çalışmayı başarırken bu sefer başka bir haber geliyor. tıpkı birikerek büyüyen bir paradoks gibi, öncekilerin acısıyla tekrar başa sarıyor.

hiçbir şeyin şarkısı

"bir isimsiz mezarında yatıyor, katilleri şimdi resim yapıyor" sözleriyle kenan evrene çok güzel gömen şarkıdır.

kara çocuk raksı

gidenleri hatırlatır. güzel anıları anlatır.

ön sevişme anında eve gitmem lazım diyen kız

eve gitmesi gereken kadındır. her boka fazla anlam yüklememek lazım.

hoşlanılan kız yazarın başkasını açık oylaması

kimsenin kimsenin malı, eşyası olmadığını hatırlatan durumdur.

bizim sözlükte neden ünlü yok sorunsalı

bence 'ünlü' insanların en çok yaşadıkları problem samimi ilişkilerdir. herkesin sana toplumun verdiği bir sürü statüyle yaklaşması insanlarla aranda yapay bir duvar yaratır. kimin kendin gibi olduğun için, kimin ünlü olduğun için yanında olduğunu bilemezsin. bu yüzden herhangi bir statü ilişkisine tahammül edemeyen insanlar burayı gayet anonim bir şekilde rahatlama alanı olarak kullanabilir.

eski sevgiliyi unutma yolları

ilişkinin neden bittiğini değerlendirip kabullenmek.

psikolojik rahatsızlıklar üzerinden prim yapmak

tedavi edilmesi gereken davranış odaklarını sırf klinik psikologların 'normal' kriterlerine kıyasla farklı oldukları için marjinal olarak kullanmaya çalışmaktır. çocukluk ve gençlik evrelerinde gerekli onaylanma duygusu pekiştirilmemiş insanlarda sıklıkla görülür. ortaya çıkmasının ve pekiştirilmesinin en büyük nedeni ise tamamen kişilikle alakalıdır; insanların birbirlerinden farklı oldukları süreçler kişiliklerini inşa ederken kendilerini oturdukları kalıptır. dolayısıyla kendi kişiliğini oturtacak tecrübesi veya cesareti olmayan insanlar kişilikten elde edemedikleri farklılıkları tamamen hazır olarak onlara sunulan hastalıklara yorarlar.

örnekler;
1. kavga esnasında "bak ben sinir hastasıyım" demek.
2. en küçük unutkanlığını bile "benim anksiyetem var" diye savunmak.
3. tartışma esnasında ne söyleyeceğini bilemediği, haksız veya bilgisiz olduğu için odak değiştirmeye çalışmak, odak değiştirmenin yarattığı ruh hali değişimini de 'bipolar, şizofreni' gibi hastalıklara bağlayarak karşı tarafın boyun eğmesini, hatta pişmanlık hissetmesini sağlamak.

aptal ve zeki insan arasındaki temel farklar

1. aptal insanlar genellemeler yapar; tümden gelimcidir. zeki insanlar her parçanın kendine içkin gerçekliğini ayrı ayrı değerlendirir; tüme varımcıdır.

2. aptal insanlar hayatlarının her alanını emsal niteliğinde yaşarlar; benzer etkilere benzer tepki gösterirler. zeki insanlar hayatlarındaki her sürecin kendi özel durumlarını, tetikleyici unsurlarını inceler.

3. aptal insanlar sorgulamadan biat eder. zeki insanlar sorgular, kendi fikirleriyle uyumluysa ortak hareket eder.

4. aptal insanların ezberi, zeki insanların kavrama eşikleri yüksektir.

5. aptal insan yalan söyler, zeki insan ikna eder.

komünistlerin tarih bilmemesi

genellemeler temelleri olmayan bilgileri doldurmak içindir. bir insanı referans alarak bir fikir akımını sahiplenen insanların bir şeyi bilip bilmediğini anlatmaya çalışmak medyumluktan da ötedir. komiktir. lakin komik oluşu aptalca olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

sözlük yazarlarının doğum günleri

9 şubat.

mülkiyetin ortaya çıkışı

kıtlık ile başlamıştır. uygarlık tarihinin barbarlık evresinin erken aşamasına kadar ilkel komünal hayat hakimdi, mülkiyet kavramı yoktu. kısacası her şey herkesindi. ancak gıda ve nüfus arasındaki ilişki kırılmaya başlayınca başta gıda kaynağı hayvanlar başta olmak üzere başlayan bir mülkiyetleşme söz konusudur. mülkiyet kavramı o günden bu güne şekillenerek bu şekilde gelmiştir.

hayattan soğutan ufak detaylar

sigarayı tersten yakmak.

kaç yaşında olduğunu söylemeden anlatmak

0.facebook.com

neden sevgilin yok

tek eşliliğe henüz hazır değilim.